Beni Unutma..

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…                                            (Can Yücel – Her Şey Sende Gizli)


Doğru mu dersin? Sevdiği kadar sevilmiyordu sanki insan.. En azından sevdiği kişi tarafından…

Neden böyle duygusalsın? Sessizce izleyip olanları, çekip gidebilecekken neden gözlerin yazdıklarını göremeyecek kadar bulanıklaşıyor?

Beklentiyi yükseltiyorlar.. İnanıyorsun.. Sanıyorsun ki o filmler, o adamlar, o kadınlar, o insanlar, o hayatlar varlar gerçek hayatta da.. Sanıyorsun ki bir sen bahtsızsın halbuki birileri yaşıyor bunları…

Bıkmadan, usanmadan yanılır mı insan? Sürekli yanılabilir mi? Neden yapıyorsun bunu kendine?

Bak buğulandı ekran… Yağmurdan belki… Nasıl bu kadar ıslanabilir yoksa yastığın? Belki kumaşın yüzüne değmesiyle oluşan bir hassasiyettir o kızarıklıklar.. Değildir sebebi, silerken ellerinle kimse görmesin diye…

Bir sen olamazsın böyle mutsuz.. Dünya böyle belki… Şaşırma sevgisizliğe.. Belli ki düzen bu.. Ayak uydursan nolur.. İlgi dediğin ne ki zaten Allah’ını seversen yapma! Bak göremiyorsun yazdıklarını.

Yine ne oldu sana? Belki de “yine” dememeli. Kızarsın şimdi. Sanki “hep böylesin” diye sıradanlaştırılıyor ruh halin.. Halbuki nasıl bilinmez sebepleri.. Daha mühimi -bir sebebi olduğunu- nasıl anlamaz ki insanlar? 

Yıpratıldın belli ki.. Yoksa halin tavrın… Nasıl böyle fevri olunur yoksa? Düşünmediler yine.. Sebeplerini… Sebep olmuş olabileceklerini düşünmediler.. Nasıl düşünsünler ki? Neden düşünsünler! Tüm sorumluluğu senin üzerine yıkmak varken, sana deli olduğunu tekrar tekrar tekrar hatırlatmak varken neden…….

Kimse söylemeyecek.. Kimse söylemeyecek ama ben söyleyeceğim. “Senin değil dünyanın tüm günahları. Sebebiyet verenler hiçbir şey yokmuş gibi kenara çekildiler. Sevgisizlikleri, öfkeleri, kinleri, mutsuzlukları onlara fazla geliyordu. Sana da hepsinden bir parça vermek istediler. Gelme oyunlarına.. Yalvarırım görme, duyma onları! Ve girme beklentiye.. Artık iyi bir şey bekleme onlardan.. Şefkat, sevgi, ilgi… Sana nasıl versinler kendilerinde olmayanı…”


Aldığın her nefeste
İçine çektiğin ben olacağım
Seni her düşündüğümde
Isınacak ısınacak
Bulutlara çıkacağım.
Sonra yağmur olup yağacak
Üzerine akacağım…
Gündüzleri güneş besleyecek beni
Geceleriyse ay…
Her dolunayda yanında olacağım senin
Göz kapaklarından süzülüp
En güzel düşlerin olacağım.
Bazense bir kuş olacağım
Sana dalından bakan.
Bazen şirin yüzlü üzgün bir köpek yavrusu,
Bazen dimdik ayakta, koca bir çınar ağacı.
Sonbaharda yapraklarımı dökeceğim üstüne
Yazın senin gölgen olacağım…
Aldığın her nefeste
İçine çektiğin ben olacağım…
Senden uzakta
Ama sana çok yakın…                 (Burak Göral – Senden Uzakta Ama Sana Çok Yakın)


Unutmadım…   

Güzel günler yaşanabileceğini.. Sakinleşirsem, bir saniye durup dinlersem kuşları, huzuru bir anlığına dahi olsa yakalayabileceğimi.. Kendime dönüp içime baktığımda, hala bir umut olduğunu görebileceğimi.. Kalbimin sesini, ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım duyabileceğimi….


Beni bu güzel havalar mahvetti, 
Böyle havada istifa ettim 
Evkaftaki memuriyetimden. 
Tütüne böyle havada alıştım, 
Böyle havada aşık oldum; 
Eve ekmekle tuz götürmeyi 
Böyle havalarda unuttum; 
Şiir yazma hastalığım 
Hep böyle havalarda nüksetti; 
Beni bu güzel havalar mahvetti.         (Orhan Veli – Güzel Havalar)

Rüyalarımdaki O Adam..

Geleceği hayal ediyordum.. Bir kaç yıl sonra nerede, nasıl olacağımı…

Bir adam görmüştüm rüyamda bir hafta kadar önce.. Onu anımsadım.. Onunla evliydim.. Bir bebeğimiz vardı.. Hani deriz ya “rüya gibiydi”  öyle güzeldi..

Adamın yüzünü hiç hatırlamıyorum.. Uyandığımda da hatırlamıyordum.. Ama sevgisini, şefkatini şimdi düşününce bile hissediyorum sanki..

Üzerime nasıl titrediğini… O korumacı tavırlarını… O rüyanın içinde yaşamak istemiştim..

Uyandığımda oksijen boğazımı yaktı sanki..

Düşünüyordum işte şimdi.. Nasıl bir hâlde olacağım bundan bir iki yıl sonra.. İçim acıdı farkettiğimde; bu hâlde olmak istemiyorum..

Şükretmek başka.. Nasip edilen her şeye şükürler olsun.. Fakat bir şeylerin varlığı mutluluk için yeterli değildir belki.. Bir şeylerin yokluğu da keza mutsuzluk sebebi değildir her zaman..

Bir kaç yıl sonra, hatta umarım bir yıl sonra dilediğim hayatta olmayı hayal ediyorum..

Ya da gördüğüm o rüyada…

Şefkat Kokan Adamlar..

Şefkat kokan adamlar sevin..

Yapabilirseniz, bulabilirseniz, nolur sevgisi şefkatle sarılmış adamlara aşık olun..

Öyle ki masaya ayağınızı çarpsanız gözleri dolsun.. Bırakın incitmeyi, kırmayı, vurmayı kendi şaşkınlığınızın, sakarlığınızın eseri olan yara berelerinizi okşasın, iyileştirsin..

Aksi olunca çünkü, şefkat yoksunu olunca adam; acınız ikiye değil üçe dörde katlanır.. Sadece ilgilenmedi, umursamadı diye bile katlanır..

Bir de canınızı onun acıttığını düşünün.. Buna sitem ettiğinizde abarttığınızı söylediğini.. Hiç hayal edebileceğiniz bir şey gibi değil değil mi?

Güzel adamlara aşık olun nolur.. Sevgisi, merhameti gözlerinden taşan…

Mutsuzluk demek bundan başka türlüsü çünkü…

Ağlayabilen ama ağlatmaya kıyamayan adamlar bulun..

Hiç dinlemeyeceğiniz, uygulamayacağınız öğütler veriyorum size.. Küfür gibi öğütler.. Sanki etrafımız böyle adamlarla sarılıymış gibi.. Eskaza bir tanesiyle karşılaşsanız ona sizin sahip olma ihtimaliniz varmış gibi…

Yalvarırım bulun o adamları.. Size kıyamayan, canını sizin canınıza bağlamış adamları…

Sevgili okur, varsan, ordaysan, beni duyabiliyorsan lütfen dinle.. Ben inanıyorum.. Böyle adamlar var.. Görmedim, bulmadım, karşılaşmadım belki evet ama biliyorum işte var.. Çok fazla da değiller..

Sen bul onu.. Ve birlikte mutluluğu..

Ağladığınızı gördüğünde sıcacık sarılsın size.. Sebebiniz basit bile olsa.. Böyle basit şeylere neden ağladığınızı sorgulamak yerine koynunda kurutsun gözyaşlarınızı..

Çeyrek yüzyıl yaşayıp da ancak farkedebildiğim bir gerçekten bahsediyorum sana.. Kaç yaşında olursak olalım şefkate aç kalıyoruz hepimiz.. En çok da en sevdiklerimizden yana eksik bırakılıyoruz..

Biliyorum.. Başlayınca dönemeyeceksin yolundan.. Öylece çekip gidemeyeceksin.. O yüzden bugün düşün.. Yol yakınken.. Dinleyeceğini bilsem yalnızsan, yolun henüz kesilmemişse arkana bakmadan kaç derdim.. Ama yalnızlık bir tek etrafın kalabalıklarla sarıldığında, onlardan çok bunaldığında güzel gelecek.. Sürekli bir yalnızlık aslında pek de hayalleri süsleyecek türden bir şey değil..

İşte bundan, bu sebepten sen kaçmasan da iyice bir düşün.. Değişir dediğin kötü şeyler bil ki değişmeyecek.. İyi olan şeyler zamanla kötüleşecek.. Birine katlanmana yardımcı olacak tek şey sevgin olacak..

big38

Şefkat kokulu bir adam varsa hayatında bunun adı katlanmak bile olmayacak.. Bunun adı huzurlu bir birliktelik olacak..

Kendi yaralarına merhem olamamış biri olarak konuşuyorum seninle sevgili okur.. Senin yaralarına merhem olabilsem yeter…

.. İp Parçaları (1) ..

Mutsuzluktan ölünebilir.. Ağzını açıp kimseye anlatamayabilir insan derdini.. İçinde dertlerden, sorunlardan bir yumak oluşmuş olabilir. Bir kişi bile bu yumağın ucunu bulup çözeyim demiyor olabilir.. Hayat bazıları için çok zor olabilir.. Birinin sorun dedikleri diğerine ufak bir hareketlilik gibi bile gelebilir.. 

Yalnızlıktan bıkmış olabilir biri.. Başkalarını çekmekten, sabretmekten tükenmiş olabilir.. Her şeyi bırakıp gitmek yepyeni ve kusursuz bir hayata ulaşmak istiyor olabilir.. Bunların bir düşten ibaret olduğunu bildiği halde bir tek buna tutunuyor olabilir..

Bir el tutmuştur belki.. Tuttuğu bu el, huzuruna sebep olsun derken kederine sebep olmuştur belki.. Yermek, kırmak, iddialaşmak… Bunlardan korkarak hayatına kendisi çekmiştir bunları belki.. 

Bir yerde hata yapmıştır muhakkak.. Seçimleri, davranışları,.. Bir yanlışı vardır muhakkak..

Aşırı sevgisidir belki sorun.. Şefkati, sabrı, eyvallahıdır bile belki.. Değer vermektir değer görmediklerine belki suçu.. Susmaktır konuşması gereken yerde ve konuşmaktır en susması gereken yerde.. 

Bilinmez iyi kötü ne yaptığı.. Ama kesin olan bir yerde bir yanlış olduğudur.. 

Yine yazarak kurtulmuştur belki bir kaç ip parçasından.. Yumağında dolayacak yer kalmamıştır belki.. Birazını buraya koyup uykuya gidecek ve huzurlu bir uyku dileyecektir.. 

Sevgili Günlük..

09 Mayıs 2011…

Bazen çok kızgın oluyorum.. Sakinleşmek için çok çabalamam gerekiyor..
Düşünmek hiç iyi gelmiyor.. Düşünmemek için çok uğraşıyorum.. Kafamı dağıtmak için onlarca şeyi aynı anda yapıyorum..
Artık çok unutkanım.. Cümlelerimi bile unutuyorum.. Başladığım cümleleri kalanını unuttuğumdan tamamlayamıyorum.. İsimleri, sayıları, şifrelerimi bile unutabiliyorum.. Ama bu unutkanlığımı seviyorum.. Yaşamamı sağlıyor..
Hayat duruyor sanki bazen.. Nefesim kesiliyor bir an biliyorum.. Ağzımı açamayışımdan anlıyorum o an yaşamadığımı.. Bazen konuşmaktan o kadar yorgun düşüyorum ki tüm hayatımı anlattım sanıyorum ama hayır aslında bunların hepsini içimden yapıyorum.. İçimle konuşuyorum o yüzden sesli bir şekilde konuşmaya kalktığımda çoğu zaman saçmalıyorum..
Zaman zaman günlük tutuyorum.. Bir iki cümle yazarak rahatlıyorum.. Çoğu zaman burayı günlük gibi kullanıyorum.. Derdimi döküp rahatlıyorum..
Bazen tek kişinin suçunu tüm insanlığa dağıtıyorum hepsinden nefret edeceğim geliyor.. Ama sonra geç olmadan farkediyorum..
Bir adamı sevmeye çok yakınım.. Ama asla söylemeyi düşünmüyorum.. Çünkü yine yüzünü değil düşüncesini seviyorum.. Ona söyleyip bana yalanlar söylemesine sebep olmak istemiyorum.. Şu anki haliyle onun bu sevgiye fazlasıyla değer olduğunu biliyorum.. Dile getirip, beni yanıltmasını istemiyorum.. Uzaklaşıyorum.. Gidiyorum.. Dedim ya zaten yüzünü değil düşüncesini seviyorum.. Zaten ben hepsini onlardan bağımsız, içimde yaşıyorum.. Onsuz da sevebiliyorum..
Birleşmek hiçbir şey ifade etmiyor benim için.. Kalbim acıyacakmış, isyan edecekmiş umrumda değil.. Hem biliyorum bundan ötesi yok.. Daha fazla acırsa ancak uyuşabilir ve sanırım bu iyi bir şey olurdu..
Tüm yazılarım, dinlediğim şarkılar, şiirlerim, sitemlerim kendime.. Kimseyi bunlara bulaştırmıyorum.. Bazen bırak sevgiyi, nefreti bile haketmeyen insanların var olduğuna inanıyorum.. Bu yüzden onlardan nefretimi bile kıskanıyorum.. Ama affımı da veremiyorum.. Hiç affetmeyeceğimi düşündüğüm insanlar var.. Affedebilmeyi, unutabilmeyi çok istiyorum.. Onları böylece hayatımdan temelli çıkarmaya çabalıyorum..
Saatlerim yok.. Gecem gündüzüm belli değil.. Bazen akşamın 8-9’una ikindi diyorum.. Neşemle gözyaşım birbirinden uzak değil.. Gülerken ağlayacağım geliyor.. Ağlarken gülmeye başlıyorum.. Her zaman dengesizdim biliyorum.. Ama bir süredir dibine vurduğumu görüyorum.. Yine de geçmiyormuş gibi gelen vakitler bir süre sonra hızına şaşırtabiliyor beni.. Atlattığım günlere şükrediyorum.. Her gün farketmiyor belki o kadar ama sanırım her hafta bir öncekinden daha iyi oluyorum.. Hayata doğru bir adım daha atıyorum..
Diğer insanların imtihanlarını görüyorum.. Ben hep şükrediyorum.. Ama bir yandan daha görünür bir yerim acısaydı diyorum.. Kolum, bacağım kırılsaydı mesela.. Sanki onlar daha hafifmiş gibi geliyor.. Çünkü öyle şeyleri yaşadığım zamanlardan hatırladığım bu kadar ağır olmadığıydı..
İnsanların soğuk yüzlerinin çok tiksinç olduğunu biliyorum.. Onlara güvenmekten korkuyorum.. Şimdi yüzüme gülenlerin gün gelip beni yerlere vurabileceğini düşünmeden edemiyorum.. Bu güven korkusunu içime işleyenlere bir kez daha lanet ediyorum.. Ve onlardan tekrar tiksiniyorum..
Bazen inanılmaz cesur oluyorum.. Hatta çoğu zaman.. Arabayı yavaş kullanmayı unutuyorum.. Bir kaç defa tehlike atlattığım halde umursamıyorum ders almıyorum.. Ama bazen biliyorum duruluyorum.. O zaman çok sessiz sakin oluyorum.. Oturup resim yapıyorum.. Tüm dikkatimi onun üzerinde yoğunlaştırıyorum..
Yazı yazmak gibi değil bu.. Bir dostla konuşmak gibi.. Çoğunu kimseyle konuşmuyorum bunların.. Özellikle bir konuyu kimseye açmıyorum.. Kötü bir söz söyleyip onlara benzemek istemiyorum.. Hani bazı sözler ağzınızda acı, ekşi bir tat bırakır ya böyle sözlere başlayacağımda aynı tadı alıp bırakıyorum daha fazlasını istemiyorum..
Bazen bir tek huzur istiyorum.. Bazen biraz daha fazlasını.. Esasında en çok unutup devam etmek istiyorum………….

      

09 Mart 2013…

Her zaman umudunuz olsun.. Unutmak gibi bir nimet vermiş Rab hepimize ki hayatımıza devam edebiliyoruz duraklamamıza neden olan ne olursa olsun.. 

Gelecek, hepimiz için büyük sürprizler saklıyor.. Bunların arasında olumsuz olanlar da var muhakkak fakat hiç bir şey gözlerini kapatıp şükretmeye engel değil… 

Ben inanıyorum her şey güzel olacak siz de inanın 😉

 

 

Reklamla Gelen Huzur..

Ooo.. Başlığıma bir bakın romantik mi oldum ben ! Ahhah belki bir yazı boyunca böyle kalırım hea olmaz mı? Deneyelim..

Tv izliyoruz ablamla birlikte reklam çıktı.. Hangi reklam? İşte şu:

İkimiz de sessizce reklamı izledik..

Daha önce görmediğimiz, yeni bir reklam olduğundan falan değil.. Bu sadece o reklamın insanlar üzerindeki etkisi olabilir.. Farkettim ki o reklam her çıktığında hepimiz, herkes bu şekilde davranıyor.. Sessiz..

Reklam bittikten sonra belki birkaç saniye kadar sessizliği sürdürdük.. Ardından ablama dönüp “ne kadar huzurlu değil mi” dedim.. Onayladı..

“Evlilik böyle bir şey olsaydı kimse evlilikten korkmaz, herkes evlenmek isterdi muhtemelen” dedim.. “kesinlikle” dedi.

“Halbuki böyle olmak, uyumlu olmak yapılamayacak/imkansız bir şey bile değil” dedim.. Sonra sustuk..

Bir reklam boyunca romantik, sakin, huzurlu kalabildim işte sonuçta, kısa bir yazı boyunca öyle olmak da sorun olmaz sanırım..

Huzur böyle kolay bir şey işte gençler.. Peki huzurumuzu kaçıranların derdi ne Allah aşkına!

Neyse böyle huzurlu bir evliliğimiz olsun diye dileyelim mi? Zor, uçuk bir dilek ama dileyelim gitsin bea 😉 

Reklamın reklamını da yaptık ya bravo bize sonumuz hayrolsun 😛

 

O değil de benim bu erkek çocuk isteğim n’olcak hiç bilmiyorum 😦  Böyle hasretle bakıyorum o şebek suratlı veledlere.. Hayır evlilik düşündüğümüz de yok ki – düşünülecek adam da tabi- nasılsa şu kadar zamana evleniriz olur çocuk da desek pehh.. 

Neyse çirkinleşmeden gideyim ben.. 

Giderayak bir de şarkı armağan edeyim size şööyle eskilerden:

Mutlu bir pazar dilerim 🙂

 

Yüzleşme – Juliette Fay

Yoğun zorlu günler geçiriyorum ve huzur bulduğum çok az şeyden biri kitap okumak.. Bazen işten eve gelir gelmez üzerimi bile değiştirmeden kitabıma uzanıp bir kaç sayfa okuyorum.. 

Bir kaç haftadır işlerin yoğunluğu yüzünden bolca mesaiye kaldığımdan eve geç bir saatte ve tükenmiş olarak geliyorum.. Ve omuz ağrılarım bazen beni uykumdan edecek kadar şiddetli hale geliyorlar..

Neyse şu sıra okuduğum kitaptan bahsedeyim biraz.. 

Yüzleşme – Juliette Fay

Görsel


Bir kadının kendini bulma yolundaki zorlu
öğrenme süreci

Dana Stellgarten’ın boşanmasının üzerinden bir yıl geçmiş ve işler
gittikçe zorlaşmıştır. Yedi yaşındaki oğlu, babasının yokluğuyla öfkeli ve
huysuz bir çocuğa dönüşmüştür. Kızı Morgan’ın daha on iki yaşında
olmasına rağmen bulimik olduğunu öğrenmiş ve popüler kızlarla
arkadaşlık kurmaya çabalarken çok baskı altına girdiğini fark etmiştir. 
Yeğeni Alder; on altı yaş sorunlarıyla hayatlarının ortasına tam
manasıyla dalmıştır ve onlarla kalmak istemektedir. Genç kızlığa yeni
adım atan Alder, eskiden olduğu gibi mutlu ve neşeli değildir. 
Diş doktorunun ofisinde beklenmedik arkadaşlıklar kuran Dana, 
kadim dostunu kaybeder; hatta ilginç ve farklı olduğunu
düşündüğü bir adamla çıkmaya başlar.

Bütün bu inişli çıkışlı sürecin yanı sıra, eski kocası iş yerinde yaşadığı 
sıkıntılar yüzünden, ödediği çocuk nafakasını azaltmak durumunda 
kalır. Yaşamının büyük bir kısmında çoğu kabahati hoşgörüyle 
görmezden gelen Dana, bekar bir annenin anlayışla birlikte keskin bir 
sorumluluk duygusuna sahip olması gerektiğini de öğrenmiştir artık. 
Ailenin anlamına, büyüyüp olgunlaşmada çocuk, genç ya da orta yaşlı 
bir anne olmanın ne kadar önemsiz olduğuna dair 
enfes ve düşündürücü bir hikaye…

≈≈

“Kesinlikle okunmaya değer bir kitap. İnsan, yaşananları çok kolay 
bir şekilde kendisiyle ilişkilendirebiliyor.”

Kelly Corrigan

“Sürükleyici, dokunaklı ve son derece tatmin edici. Hayatın gerçekleri
her sayfada parıldıyor. Öğle yemeğinde Juliette Fay’in masasında 
oturabilmek için ortaokula geri dönmek istedim neredeyse!” 

Beth Harbison

 

Kitabın arkasında yazanlar böyle..  

Bu kitabı alma hikayem ise şöyle: Kadıköy’de “Kitap Fuarı” adında bir kitapçı var.. Bir akşam üniversiteden bir arkadaşımla buluşmak üzere sözleşmiştik.. Karşıdan geldiği için biraz gecikeceğini haber verdi.. Ben de fırsattan istifade kardeşimin istediği kitabı almak için o kitapçıya gideyim diye düşündüm.. Sonra uzun zamandır kendime yeni bir kitap alamadığımdan kitapları incelemeye başladım.. Aslında almayı düşündüğüm kitaplar olurdu aklımda fakat fazlaca unutkan olduğumdan o an aklıma hiç biri gelmedi ben de sadece arkalarını falan okuyarak bir kitap seçmeye çalıştım kendime.. Ve yukarıda yazanlarla birlikte kitabın sıradanlığı ilgimi çektiğinden bunu seçtim.. 

Kitap seçerken dikkat ettiğim çok saçma bir şey daha var: Sayfa sayısı.. Bir kitap inceyse dönüp bakmam bile genelde.. Kalın kitaplara da ilgimi çekmeyecek bir konuya sahip olsalar bile özel bir alaka gösterir incelerim falan.. Vallahi şaka yapmıyorum ve mantıksız olduğunun da farkındayım :)

Bunun bir sebebi, kendimce bir açıklaması var elbette.. Okuduğum her kitaba okuduğum süre içerisinde o kadar bağlanıyorum ki bitmesinden korkup duruyorum.. Çünkü biliyorum ki bittiğinde yakın bir dostumu kaybetmiş gibi hissedeceğim.. Hani bir süredir her şeyini paylaştığın, tüm hayatını bildiğin bir insanın hayatından öylece çıkıp gidermiş gibi.. 

Neyse kitaba dönelim ve içinden seçtiğim bir kaç yeri paylaşayım..

“Dana rimelini kontrol etti ve ergenliğinden bu yana belki milyonuncu kez yaptığı gibi eğer gözlerinin belli belirsiz bir 
ela değil de daha gerçek bir rengi olsaydı – şöyle kusursuz bir kahverengi, yeşil veya mavi – belki o zaman onda yanlış olan 
şeyleri başka bir tarafa yönlendirebileceğini düşündü yine.. Burnu düzgün, cildi parlaktı. Yine de gözlerinin bu renksizliğini, 
saçlarının cansızlığını ve artık hiç de genç olmayan bu görünümünü bir türlü bağışlayamıyordu.”

 

Kızının huzursuzluğunun ardından gece yatmadan önce ona küçükken yanından ayırmadığı bir kitabından bahsederek onu huzurlu bir uykuya bıraktığında şöyle düşünmüştü:

“Bir kitabın hatırası.. Avunmak için sadece böyle bir şeye gerek duysaydık, hayat çok daha kolay olmaz mıydı?”

 

Kimseyle derdini paylaşmayan ama açıkça içinde fırtınalar koptuğu belli olan Alder’ın kimseye bundan söz etmek istememesinin sebebi:

“Çünkü kelimeler aptalcadır. Küçük çocukların buzdolabının üstüne yapıştırdıkları plastik magnetlere benzerler. 
Eğer bunu hecelere dökersem, plastiklerle heceleyemediğim bir şey söylemeye çalışıyormuşum gibi olur.” ardından ekliyor “Fakat 
sanırım bir şey söylememek de pek işe yaramıyordu.”

 

En çok eğlendiğim hatta sesli güldüğüm kısımlardan biri de Dana’nın kardeşi Connie’ye oğlunun basketbol idmanında tanıştığı adamın onun telefonuna bıraktığı mesajı dinlemesinin ardından sorduğu, “Ne yapmalıyım?” sorusuna karşılık Connie’nin verdiği cevaptı: “Kimin umrunda? Ara ya da arama. Ne fark eder?” :)

Dana: “Hiç yardımcı olmuyorsun, biliyorsun değil mi?” demişti. 

Ve bunu takip eden diyalogları..

Bunları okuyunca “Ne salak kız bunda gülünecek ne var!” diyebilirsiniz.. Sanırım bu kitabın içinde kaybolmakla ilgili bir şey.. Connie’nin karakterini bilmek ve ilişkilerinin nasıl olduğu hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor.. Ve tabi kendinizle özdeşleştirebilmeniz için kardeşleriniz, benzer ilişkileriniz… 

Kitapların sığınaklığı çok güzel bir şey.. Gerçek hayattan kaçırabiliyorlar sizi çoğu zaman.. Bir yolculuk için vaktiniz veya paranız olmayabilir.. Her şeyi bırakıp gidemeyebilirsiniz.. Ama elinize sizi sarıp sarmalayacak bir kitap aldığınızda kendi hayatınızdaki olaylardan, insanlardan kaçıp saklanabiliyorsunuz.. Bu biraz sayfalara can vermek, onları gerçeğe dönüştürmek gibi.. 

Ve ben yine bir kitabın sonuna gelerek bir dost kaybetmiş hissettim.. Ama hala hafızamda taze olan diyaloglarıyla beni zaman zaman gülümsetebiliyor ve sanırım bir kitaptan daha fazlasını beklemek haksızlık olurdu.. 

Huzurlu Günler Dilerim..